Benginur Baştabak'ın 19 Ekim 2023 tarihli Yenigün Gazetesi'ndeki köşe yazısıdır.
Biyokütle enerjisinin sürdürülebilirliği tarım ile doğrudan ilişkilidir!
Giderek artan nüfusun gıda ihtiyacının karşılanabilmesi ve topraklarımızın sağlığını korumak için sürdürülebilir (agroekolojik, koruyucu, onarıcı vs.) tarım pratiklerinden sıkça bahsetmeye başladık. Gıda ihtiyacının karşılanabilmesi için aynı zamanda yüksek miktarda enerjiye ihtiyacımız olduğu da kesin. Kısacası gıda ve enerji doğrudan birbirine bağlı, ayrılmaz bir bütün. İklim değişikliğinin olumsuz etkilerini azaltmak ve tükenebilir olan fosil kaynaklardan uzaklaşmak adına enerji kaynaklarımızın da yine sürdürülebilir olması gerekmekte.
Sürdürülebilir enerjilerden biyokütle enerjisinin gıda üretimi ile rekabete girebileceği, gıda güvenliğini risk altında bırakabileceği biliniyor. Çünkü biyokütle enerjisi için hammadde kaynağı gıda üretimi ile aynı kaynak; yani toprak.
Örneğin; biyodizel üretebilmemiz için yağlı tohumlu enerji bitkileri yetiştirmemiz gerekiyor. Verimli, gıda üretiminde kullanmamız gereken toprakları enerji bitkisi yetiştiriciliği için kullanabiliyoruz.
Diğer bir örnek ise; biyokütle yakma/piroliz/gazlaştırma teknolojileri ile bitkisel atık/artıkları ana ürün hasadından sonra araziden toplanıp bununla enerji üretilmekte. Bu atık/artıklar aslında toprağa geri dönmeli ve toprağın organik madde döngüsüne dahil olmalı. İlerleyen zamanda geri kazanılamayacak şekilde toprağa zarar verilmiş oluyor. Daha çok olumsuz örnekler verirdim de kelime sayımız sınırlı. :)
Ne diyorduk? Biyokütle enerjisi yenilenebilir ve sürdürülebilirdir! Burada bir hata var sanki?
Karbon ayak izimizi, sera gazı salınımımızı, fosil yakıt tüketimimizi azaltalım derken başımıza gelene bak? Kıymetli tarım topraklarımızı zapt edip, bir de organik maddesini düşürdük! Yine iyi bir şey yapalım derken ortalık karıştı.
Bu noktada şunu söylemek doğru olur; biyokütle enerjisinin sürdürülebilir ve yenilenebilir bir enerji olması için öncelikle kaynak hassasiyetinin en üst düzeyde olması gerekmekte. “Bu biyokütledir biz bundan enerji elde edelim” demememiz lazım.
Daha önceki yazılarımda da bahsetmiştim. Bilim ve teknoloji çok ilerledi. Ürettiğimiz tüm güzel fikirlerin geleceğe dönük olumlu taraflarını şımartırken olumsuz etkilerini daha çok incelememiz gerekiyor. Dünya bu hale geldikten sonra bence yapılması gereken en önemli şey bu. Unutmayın DDT ilk ortaya çıkarıldığında bir mucizeydi, kimse olumsuz etkilerini incelemeye gerek duymamıştı.
Biyokütle enerjisi ve sürdürülebilir tarım arasındaki ilişki, doğru stratejiler ve yönetim yaklaşımlarıyla birleştirildiğinde hem enerji üretiminde hem de tarımda çevresel ve ekonomik sürdürülebilirliği artırabilir. Ancak bu iki alanın dikkatli bir şekilde entegre edilmesi ve denge sağlanması gereklidir. Örneğin; biyokütle enerjisi kaynağı için bitkisel üretim gerekiyorsa bunu kesinlikle marjinal alanlarda gerçekleştirmemiz gerekiyor. Hatta bazı teknikler var ki aynı zamanda toprak ıslahı yapılabiliyor! Ya da arazilerden toprağa karışması gereken organik maddeyi alıp biyokütle enerjisi tesisinde kullanmak yerine yine marjinal alanlarda enerji bitkisi yetiştirip toprak erozyonu ve sel baskını gibi olumsuz çevre koşullarına karşı direnç arttırabilirsiniz.
Yazımı sonlandırırken; transdisipliner yapılar ile bilim ışığında, sorgulayan, araştıran, doğa tabanlı çözümler ile taçlandırdığımız biyokütle enerjisi yaklaşımları diliyorum. :)
Comments