Nurcan Etik'in 14 Eylül 2023 tarihli Yenigün Gazetesi'ndeki köşe yazısıdır.
Menderes'in Efemçukuru köyü, deniz seviyesinden yaklaşık 700 metre yükseklikte, enfes üzümüyle ünlü bir köy. Tabi Tüprag altın madeni açtığından bu yana, üzümü yerine altın madeniyle gündeme geldi.
Enfes üzümü, 1950'li yıllarda Fransa'dan Efemçukuru'na getirilmiş. Asıl adı "alphonse". Köylüler tarafından zaman içinde çoğaltılmış ve "enfes" ismini almış. Enfes üzümü, yıllardır Efemçukuru'nun birincil geçim kaynağını oluşturuyor. Bu yıl yağışların şiddetli ve düzensiz olmasından dolayı mildiyo hastalığına yakalanan bağlarında verim yüzde 90 düşmüş.
Efemçukurulular çok misafirperver insanlar. Efemçukuru'na gittiğimizde bizi köy meydanında karşılıyorlar. Meydandaki bir kahvenin bahçesine oturuyoruz. Bize evlerinden çeşit çeşit kahvaltılık hazırlamışlar, kahveye getiriyorlar. Bir yandan güzelim köy kahvaltısını yaparken bir yandan da sohbet ediyoruz. Aklıma ilk gelen altın madeninin üzümlerdeki hastalığa yol açıp açmaması oluyor. Soruyorum, 'bilmiyoruz' diyorlar, 'böyle bir araştırma yapılmadı'... Köylülerin bir yandan kendi bağlarıyla uğraştıklarını bir yandan da madende çalıştıklarını öğreniyorum. Köyde altın madeni yapılmasına karşı çıkan tek kişiyi, "Yalnız Efe Ahmet Bey"i soruyorum. Hâlâ keçilerini dağda otlatıyormuş. Köylülerle pek konuşmuyormuş. Gerçekten başka hiç kimse karşı çıkmadı mı, maden ocağı açılmasını istediniz mi? diye soruyorum. Aslında kimse maden ocağı istemedi yanıtını alıyorum. Bu beni şaşırtıyor. Nasıl olur? Herkes bir yandan madende çalışıyor, Yalnız Efe yıllarca mücadele etmiş ama kimse yanında durmamış, nasıl olur da "aslında kimse istemez"? "Biz istemeseydikte o maden yapılacaktı diye yanıt veriyorlar. Topraklarımızı satmazsak acele kamulaştırılacağını söylediler. Ya ne yapacaktık?" diye onlar da bana soruyor...
Köyü dolaşıyoruz. Hasat yapılan bir bağa gidiyoruz. Yol boyu birçok ağaç görüyorum. Armut, ceviz, ayva... Her ağacın yapraklarında kurumu başlamış. Bağa geldiğimizde, hem yapraklar da hem de salkımda yine aynı kuruma apaçık görünüyor. Mildiyo hastalığı diyorlar... Bu yıl yağışların düzensizliğinden ilaçlamayı doğru zamanda yapamadıklarını ve hiçbir yetkilinin de onları uyarmadıklarını söylüyorlar. Hastalığın yıllarca süreceğinden endişeliler, çünkü bu hastalık nedeniyle bağlarından bir kutu bile üzüm toplayamayan üreticiler varmış.
Bağdan ayrılıp, satış için tırlara yüklenen üzüm toplama alanına gidiyoruz. Alan neredeyse bomboş. Tüccarla konuşuyoruz ve bize,"Her yıl burada iğne atsan yere düşmezdi. O kadar çok araç ve insan olurdu. Fakat bu yıl gördüğünüz gibi kimse yok" diyor. Alanda yükleme yapılan sadece bir tır var. Onunda yarısına başka mahsüller yüklenmiş. Enfes, artık tırları tek başına dolduramıyor.
Köylüler, hiç haketmedikleri bir durumu yaşadıklarını yakınıyorlar. Hem köylerini hem de üretmeyi sevdiklerini, üretmek istediklerini ama artık bunun gittikçe zor bir hâle evrildiğinden söz ediyorlar. Bana ise bu durum hiç yabancı gelmiyor. Aynısı bizim köyde de yaşanmakta çünkü.
Efemçukurlular ve onların nezdinde tüm üreticilerin bahtsızlığı ne ola ki? Sadece iklim krizi mi? Yoksa tarım politikalarının iş görmezliği mi? Yoksa yöneticilerin iş bilmezliği mi? Yoksa çok güçlü bir art niyetlilik mi?
Comments